Hacı Arif Bey. - KONSOLİDE DENEMELER

Hacı Arif Bey.


Merhaba,

Devamlı takip ettiğim Tarihten Anekdotlar adlı sitede Hacı Arif Bey'in yaşamını okudum.Hepimizin hayatı tabiki ilginç ve kendine özgü.Fakat Hacı Arif Bey'inki Bana inanılmaz geldi.Gerçektende öyle.Okuyunca bana hak vereceksiniz

1831 yılının sonlarıydı. Eyüp sırtlarında küçük, mütevazı bir evde, Türk sanat musikisinin dev isimlerinden biri dünyaya geldi, Hacı Arif Bey.


Osmanlı klasik Türk müziği denilince akla ilk gelen bestekarlardan olan Hacı Arif Bey'in musikiye karşı yeteneği daha çocuk yaştayken fark edildi. Allah vergisi bu yetenek, dönemin önemli bestekarlarından, aynı zamanda komşuları da olan Eyüplü Mehmet Bey'in dikkatini çekti. O zamanlar bir alana istidadı olan çocuklar fark edildi mi, yetişene kadar uğraşılır, tüm mahalle de buna destek olurdu. Eyüplü Mehmet Bey de Arif'i sahipsiz bırakmamış, onun yetişmesi için elinden geleni yapmıştı. Kim bilir, belki küçük Arif, ona kendi çocukluğunu hatırlatıyordu.


Arif, hocasının da desteği ile hem saray konservatuvarı diyebileceğimiz Mızıka-i Hümayun'a kaydolmuş, hem de ailesine yardımcı olmak, para kazanabilmek için Bab-ı Seraskeri'de (Milli Savunma Bakanlığı) katip yardımcısı olmuştu.


Hayatı bir gün Sultan Abdülmecid'in Mızıka-i Hümayun'u ziyareti ile değişti. O sırada derste bir beste icra eden Arif'in olağanüstü sesini fark eden Sultan, dersi bozmadan sonuna kadar sınıfın kapısında bekledi. Ders bittikten sonra bu güzel yüzlü, güzel sesli genç, padişahın iradesiyle Mabeyn dairesine alındı. Henüz 20 yaşında olan Arif'in bu tarihten sonra sadece meşk hayatı değil, aşk hayatı da değişti.


Hacı Arif Bey, kısa bir süre sonra Harem-i Hümayun'da cariyelerin meşk hocalığına getirildi. Burada hem güzellikleri dillere destan olmuş kızlara ders veriyor hem de yeni besteler yapıyordu. Tam bir sanatçı ruhuna sahip olan ünlü bestekarımız, Harem'deki bu güzelliklere karşı kaygısız kalamamış, bir gecede sekiz şarkı birden besteleyip, Kürdili Hicazkar makamını bulmuştu. Nihayet meşk, beraberinde aşkı da getirdi. Arif Bey, Haremde padişaha zevce olmaya namzet bir Çerkes kızı olan Çeşm-i Dilber'e aşık oldu. Üstelik bu aşk karşılıksız da değildi. Bir süre sonra ikisi hakkında dedikodular iyice ayyuka çıkınca Sultan sinirlenmiş, bu genç aşıkları saraydan kovmuştu.


Bu güzel aşk hikayesi iki yıl içerisinde son buldu. Henüz 17 yaşındaki Çeşm-i Dilber evliliğine son vermiş, iki çocuğunu da Arif Bey'e bırakarak evden kaçmıştı. Bestekarımızın üzüntüsü,"Niçin terk eyleyip gittin a zalim" diye başlayan şarkısının notalarına yansıyordu..


Hacı Arif Bey birkaç yıl sonra Sultan Mecid tarafından affedildi ve tekrar saraya alınarak cariyelere musiki dersleri vermeye başladı. Lakin içinde yaşadığı ayrılık acısı hala tazeydi. Bu acıyı Harem'de Zülf-i Nigar adında güzeller güzeli bir Çerkes cariye ile dindirdi. Ünlü bestekar ikinci kez evleniyordu. Ancak kara talih Arif Bey'in peşini bırakmadı. Bu evlilik yüzünden saraydan bir kez daha kovulmuş, eşi Zülf-i Nigar Hanım da genç yaşta veremden hayata gözlerini yummuştu. Bu menfur olaydan sonra Arif Bey, "Olmaz ilaç sine-i sadpareme / Çare bulunmaz bilirim yareme" diyerek bestelerinde dert yanıyordu.


1861 yılında tahta Sultan Abdülaziz geçti. Ne gariptir ki, Hacı Arif Bey bir kez daha affedilerek kovulduğu saraya musiki hocası olarak geri döndü. Harem'de herkes tedirgindi. Çünkü Arif Bey'in önceki vukuatları biliniyor, yeniden aynı şeylerin yaşanması istenmiyordu. Ama nafile. Bu sefer de bestekarımız, Valide Sultan'ın nedimelerinden olan Nigarnik adında bir kıza deli gibi aşık oldu. Durumdan haberdar olan Valide Sultan, daha fazla dedikodu çıkmadan apar topar bu iki sevdalıyı evlendirdi. Çok mutluydu artık Arif Bey. Ta ki saraydan tekrar kovulana kadar !..Bu sefer kaprisleri yüzünden saraydan çıkarılan Hacı Arif Bey, Zincirlikuyu'daki konağında inzivaya çekilmiş, kimselerle konuşmaz olmuştu. Üstelik tahta yeni geçen İkinci Abdülhamidde kendisine pek iltifat etmiyordu. Bir ara aldığı davet üzerine İran sarayına gitmeyi düşünmüş, ancak devlet ricali buna izin vermemişti. Arif Bey artık geçim sıkıntısı da çekmeye başlamıştı. Sultan İkinci Abdülhamid yeni bestelerini dinlemek için Arif Bey'i bir gün saraya çağırdı. Ünlü bestekarımız, "Sanatta padişah iradesi geçerli değildir, ayrıca hastayım gelemem"diyerek kimsenin cesaret edemeyeceği bir şey yapmış, adeta padişaha rest çekmişti.


1884 yılında amansız bir kalp rahatsızlığına yakalanan Hacı Arif Bey, eskisi gibi talebeleriyle ilgilenemiyordu. Bu bedbaht halini bir bestesinde, "Gurub etti güneş, dünya karardı. Gül-i bağ-ı emel soldu sarardı" dizeleri ile anlatıyordu.


Yaklaşık bir yıl sonra çalışma odasında kalp krizi geçirerek oğlu Cemil Bey'in kollarında ebediyete intikal etti. 54 yaşında hakkın rahmetine kavuşan bu büyük bestekar şimdi Yahya Efendi Dergahı'nda yatıyor..




Alıntılar.


Vedii Yukaruç

MURAT MUTLU'nun "Sıradışı Osmanlı" adlı kitabından alıntıdır..
Link - http://tarihtenanekdotlar.blogspot.com.tr/2016/02/704-padisaha-kafa-tutan-bestekar.html




hacı arif bey.

Egemenliğe sahip olmanız yetmez. Her türlü yetki ve güce sahip olmanız da yetmez. Geleceği sırtlayacak, belirleyecek uzun vadeli gerçekçi ve akılcı oyunlar kurmuyorsanız,kuramıyorsanız. Kurmak zorundasınız. Değişimi yaratan ve yöneten olmalısınız. Birincil kültür olmanın ve varlığınızın devamının kuralları bunlardır. Yoksa. Baştan kaybettiniz demektir. Tabiki bunlar sermayenin ideolojisine ve sermayenin kimlerde olduğuna bağlıdır. Bu toprakların son üçyüz yıllık tüm sorunlarının ve başına gelenlerin nedeni budur. Unutulmaması gereken işe şudur. KISACA SERMAYE ÖNEMLİDİR. DAHADA ÖNEMLİSİ KİMLERDE OLDUĞUDUR.

Faik ÇALTILI. Finans ve yönetim danışmanı.

  • 0Blogger Yorum.
  • Facebook Yorum.
  • Disqus Yorum.


Yorum Gönder

comments powered by Disqus
Copyright © KONSOLİDE DENEMELER. Designed by OddThemes